bugün
yenile
    1. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      hızlı yaşadık biz hayatı. sulardan atlayıp köprülerden geçtik. şarkı isimlerini isim olarak seçmek istedik. vazgeçtik. kitaplar okuduk yıllarca. hepsinin sonu aynı olduğunda kendimiz yazdık hikayemizi. hayaller kurduk. bir hikayeyle bizde salya sümük ağladık. hiçbirisini inandırıcı gelmedi bize. ne zaman ki hayatın içine girdik. "hepsi gerçek" dedik. "yazılan kitaplar, çalınan şarkılar, çekilen filmler. hepsi gerçek." yalanı aradık bu kez. "yalan ne?" diye sorduk körpe beyinlerimizi yorarken. fazla zorlanmadık yalanı bulmakta. gözlerimizi açmamız yetti. embriyo olarak kalmak için neler verebileceğimizi düşündük. "neler verebilirim?" sorusunun cevabı kısa oldu: "her şey!" her şeyin ne olduğu merak ettiğimizde yalan çıktı önümüze. işte o zaman oturup bekledik. birbirimize bildiğimiz her şeyi anlatmaya başladık. her şeyi. yani yalanı. bir dünya kurduk kendimizce. aslında o dünya hep vardı. biz tekrar keşfettik. atlantis'ten daha değerliydi. o dünyayı bulduğumuz gün biz yok olduk. kayıbız şu an. aranıyoruz!... (bkz: mutsuzluğa çare aramamak)
    2. 8
      +
      -entiri.verilen_downvote
      yaşamın gelip 'geçici' olması; yaşanılanların delip geçici 'kalması'yla arasındaki o ufak ve mutlak uyuşmazlıkta gizlidir. söylenemeyen cümlelerdeki anlatım bozukluklarında gizlidir, duyulmayan kelimelerdeki çaresizlikte gizlidir, aşk ne kadar kısaysa; unutmanın bir o kadar uzun olmasında gizlidir. yaşanılanların delip geçici olması; her gece üzerine yatılan yastığın altındaki düşlerde gizlidir. o kadar kitap okursunuz, saatlerce not defteri doldurur, aynanın karşısında gözünüzü kırpmadan yüzlerce cümleyi o 'an' kurup söyleyiverirsiniz, gece yatağa girdiğiniz saatle gözünüzü kapattığınız saat arasındaki saniye farkı kadar heceden konuşmalar kurarsınız; gece rüyanızda ayrı bir diyalog tasarlar, sonra gündüz yüzünüzü yıkarken ayrı bir paragraf yazarsınız; kahvaltı masasında tüm gözler sizin üzerinizdeyken siz çatalınızla çayınızı dolandırır, o sırada oluşan akıntı ivmesi kadar seri bir cümle tufanı alır başını gider; tüm bunlar terazinin bir kenarında durup yere çökmüşken; siz bir çift göze baktığınızda tüm bunları unutup 2 kelimeyi bir araya getiremez olursunuz. o terazinin bir kefesinde, iki dudak arasından çıkamayan laflar bir olur toprağa değer; siz başınızı kaldırıp göğe baktığınızda gördüğünüz bulutta bile ayrı dudak kuruntusu görürsünüz. yaşanılanların delip geçici olması; dudak kıvrımındaki devrik bir gülümseyişte gizlidir, yaşanılmayıp kafada bitmiş anıların acısı; anne dizine bırakılan üç damla göz yaşında gizlidir. söylenemeyen ihtirasların, bağırılmayan itirafların, doyulmamış sarılmaların acısı, sevişmekten sızlamayan bedenlerin sancısı; mermerden gözünü ayırmadan alınan cuma namazı abdestinde gizlidir. ya saçından çıkan koku dağıtır cümlelerinizi; ya gülerken dudağının kıvrımında çıkan iki yarım ay parçalar o paragrafları; ya gözünü kısıp gözünüzün içine bakması devirir o kaynar çayı başınızdan aşağı; ya bir saniyeliğine isminizi söylemesi sağır eder sizi onca kurduğunuz cümleye. susmuş cümleleri olan adamların acısını yoğun bakım doktor odasının kapısında bekleyen hasta yakınları bilir. annesinin mezar taşındaki imla hatasına parmak süren delikanlılar bilir. sevdiği kızın düğününü smokinsiz ve sigaralı izleyen sanayi tayfası bilir. paslanmaz bir halatla çeneni kafanın yukarısından bağlandığını düşün: ağzını açmadan konuşuyorsun tüm insanlarla. eskisi gibi anlatmaya hevesin kalmıyor ve de tam şimdilerde anlaşılmak istiyorsun: asıl bu acıtıyor. ya da belki de; benim için her ağladığında; içimdeki orospu bekaret kanı döküyordur. her yağmur yağışında göz yaşlarının aklıma gelip donuma kadar ıslanmamın başka ne türlü açıklaması olabilirdi ki? "gusül abdesti" olmalı benim ölçütüm. "gusül abdesti alabileceğim kadar göz yaşı" israf etmeyi bilmem ben, babam devlet memuruydu. gusül abdesti alabileceğim kadar göz yaşı biriktirsin bir kadın bana. havlumu salondaki gardıroptan çıkarmasın, gelsin sarılarak kurutsun, bunu istiyorum, sadece bunu. göz yaşlarıyla durulanmış bir kalbi sorguya çekmezdi benim inancımda zebaniler, dudak kuruntusundaki salyasında biriktirdiği bitmişliği olan bir adama 'anlat' demezdi konuştuğu her kadın, yavrularının bakışlarındaki esaretinde sakladığı cesareti anlamalıydı anneler, ne adem ne havva ne insan ne insanoğlu kimse ama kimse bekaretini göz yaşlarıyla bozduğumuz bu nevresimlerin içinde rüyalarımıza girmemeliydi. diyor ya şair; şeyhim kainata alışamadım, diye. ne garip. her gece dinlediğimiz şarkıdan pay biçelim; akciğeri temiz olan bir adamın sigarası sevdiğinin parmakları olmalıydı. rakı dediğimiz morfin sevdiğinin dudakları olmalıydı. illa içilecekse her gece o bok tadında kırmızı tuborg'dan, boynundaki bir öpücük bile aynı zehri katardı alyuvarlarıma. hani çok da lazım değil ama illa otu da hapı da olacaksa bünyemde, ben bunları gözlerine bakarak da enjekte ederdim damarlarıma. ''diyelim ki gitmedim, seninle beraber olmaya devam ettik; ne değişecekti, n'apacaktık?'' diye soruyor ya hani müzeyyen. sırf şu soruya verecek o kadar güzel cevaplarım vardı ki; okuyan herkesin yerinde olmasını isteyeceği kadar güzel,öyle güzel ve öyle bitmiş ve öylece kalakalmış bir susmuşluk. ne fayda bekleyebilirsin ki artık kelimelerine ütü sürülmüş ahir zaman serbest akım şairinden ve ne kadar götürebilir aküsü donmuş bir taunus. --- spoiler --- çıkmayan bir şarkı duruyor dudaklarında sözler ezberinde notalar kapmışlar yerlerini ah azıcık da ses olaydı derdinin boğazında sevgilim sessizlik tartısız bir mukaveledir kelimeler tükendikleri yeri kendilerine gebe bırakırlar hiçbir şey konuşmasan bir sabahın ayazında üşümekle sarılmak bir hırkada anlaşırlar bu sıra yapraklar rüzgarı uyutur -oh mışıl mışıl uyusun- gece olduysa göğü bulalım kurda ay'ı gösterin “içim” desin ulusun sevgilim bekleme o duraktan geçmiyor bizim semtin otobüsü sirenlerin aklı şu aksi istikamette üzerime serptiğin yağmur mu yoksa kar mı? dağlarıma tutabileceksen yağ sel olup ummanlara kavuşmayı geçtim sigaramı yakacak kadar ateşin var mı? anlamak zor çünkü kavuşmak çok bir kavuşmak on misli ayrılık eder anlamak yok anlamak yok iç tarafı anılarla çevrili bir yoldan evvela atlarımızı nal'dırtırız önden gönlünü yolla gelsin yar sonra seni, çocuğu gönderir aldırtırız --- spoiler --- yanlış hatırlamıyorsam bundan 5 6 gün önceydi. mide kanseri riski dediler. işte tam da bundan dolayı yazdım bu yazıyı. susmuşluğum artık içime de sığmıyormuş. şunu anladım, gerçekten kimse kimsenin sikinde filan değil. herkes kendi konforu ve profili derdinde. isteyen egoist desin, isteyen siktiri çeksin; benim hiç öyle bir derdim yoktu abiler. anlayacağınız, sevgimiz kaplara sığmayınca herkes kendi alabildiğini gösterdi ardından gelene. hikayenin sonunda şerefiz piç yine ben oldum. ama var ya bu saatten sonra da şerefsiz piç olmayanın kanını siksinler. hani kimseyi tehdit ettiğimiz yok ama aklı olan bizim suskunluğumuzdan fırsat bulmasın. hadi eyvallah muhteremler.
    3. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      son yirmi gündür bunu düşünüyor ve bunu yaşıyorum içimde. bir şeyler “geçerken” ne kadar anlamsız şeylerle geçirilen hayata bakıyorum. hani hep diyoruz ya kırma ölüm var diye, ölüm sahiden var ama biz oyalanmaların içinde boğulmaktan sonu göremiyoruz. belki modern çağın dönülmez sonu da budur; süper ötesi gelişmelerinin arasında, yaşamın gelip geçici oluşunu kavrayamamak. ismet özelin de dediği gibi; “ sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni gösterişsiz tabutunu yuhaladılar lahana yaprakları attılar sana sonradan görme tombul ortayaşlılar semiz, genç burjuvalar seni tepeden tırnağa fermuarladı. akşam gezmesine çıkan emekliler bile duygusuzca silkeledi üzerlerinden senin gözyaşlarını.”
    4. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      hiçbir zaman bir anlığına dahi olsa aklımdan çıkarmadığım kelimeler bir şey mi yemek istiyorum bir daha mı geleceğim dünyaya deyip yiyorum bir yer mi gezeceğim yorgun olmamı önemsemeden harekete geçiyorum kısacası bu kelimeler beni bu dünyayı doyasıya yaşamak için harekete geçiriyor
    5. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      ciddi anlamda bunun farkında olmak bir nevi ışıktır. çünkü yaşamı anlamlı kılan bitecek olmasıdır. bu sebeple hayatı iyi ya da kötü olarak değerlendirmek insanın kendine yapacağı en büyük zalimliktir. insan yükselebileceği kadar yükselmeli, düşebileceği kadar düşmeli, öğrenebileceği her şeyi öğrenmelidir. hayatın bir sonunun olması yaşananı anlamsız değil aksine çok daha anlamlı kılar. çünkü her insan evrende küçük veya büyük bir izdir.
    6. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Hayat yaşanırsa gelir ve geçer. Tekdüzeyse bir anlam ifade etmiyor. Ne getirisi oluyor ne de götürüsü. Sadece rakamlar oynuyor bu kadar..
    7. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      her şey plastikmiş biraz